25 Kasım 2014 Salı

Müphemliğin reddi ya da “gerçekliğe müdahilim efendiler!”

Biriken! Bir tiyatro topluluğu için seçilen isim, çağrışımlar çağında çağrışımı aşan bir anlama işaret ediyor. Tanıklığa davet ettiği ile ilişki kuran, kapsayan, kışkırtıcı olmaktan çok sadeliği ile çarpan bir isim bana göre. İçe kapanmayı reddeden, teşhire gönül indirmeyen bir seçim gibi.
Görsellikle, imaj saldırganlığı ile hırpalandığımız bir dönemde, abanmayan ama işaretletleyen  bir deneyime ortaklık hissi yaşattı Biriken’in Tatyana’sı.
 Ve Tatyana! Oyuncu ve kadın! Gerçeklikle derdi olan, gerçek bir dokunuş arayan; dokunuşu kendi ölümünde kurgulayan, ölü can!
Kendisini kuşatan canlı ölüler pazarında , tanıklığımızı çağıran, gerçek bir temas fırsatı için soluğunu tarihe katan, şaşkınlıkla açılmış bir çift göz.
Gerçeklik arzusunun sorgusuz sualsiz süpürüldüğü bir temizlik anının hijyen takıntısında, sterilizasyonun  kirliliğine dair bir muziplik, Tatyana’dan sıkı bir çalım. Güçlü olduğu için değil, soluksuz kaldığı için.
Avın, avcı yanılsıması içinde mağrur renklere boyandığı bir “sürek” partisine davetliyiz: Bakışsız bir “Yeni” nin hafızasızlığının karanlığında, kendi gölgesini büyüten ve gölgelerin tüm izleri soluklaştırdığı, neon ışıklı bir oyun evrenidir tanık olduğumuz. Oyunun baştan sona devinimden çok salınımlar yaratan kompozisyonu bizi bir “sabit” liğe çağıran, sürekli bir sızı gibidir. Tatyana, av paradigmasını tersine çevirendir, oyunu bozmaya ilk cesaret eden ve tarihi olandır.
Tatyana bu müphemliğe, koyunların kendi bacaklarından asılmaları dışında bir seçeneğin olmadığına, inandırılmayı reddedendir. Aşırı güvenli, kaskatı bedenlerle kuşatılmış yalnızlığı içinde, kıvranan, dans eden, debelenen, hayatın kıvrımlarına sızan, serbest kalanın katılığına çarpan ve tutsaklaştırılan ruhun özgürlüğünü arayandır tüm kalakalmışlığı içinde bile.
Sanat ve aşk, tiyatro, bu pazarın soytarısı olmaya zorlansa da ancak bir kadın bu büyük ve janjanlı “değişim” masalına direnebilir. Ki “değişim değerin” e hapsedilen yaşamların , süpürülenin öyküsü, ancak onun reddinde okunabilecektir.
Tatyana bir hayalet, rahatsız eden, vicdanı kanırtan, yalanın altını kırmızı kalemle çizen ve bize tüm dirimselliği ile, en ölü halinde bile yaşamı hatırlatan bir deneyim. Hani o çok sevilen ve imha edildiği her yerde adı çok anılan deneyim-yaşantı.

Yaşamın dışına sürülmüş “yaşantı”nın tüm kurumsallıkları ile büründüğü ifadesizlik, Tatyana için tuzaktan başka bir şey değilken, o, tuzağa işaret eden cehennem borazancısı gibidir. Afili av partilerinin, aşkı et pazarına, bedeni hazza, uzamı arsız spakülatörlerin borsa işlemlerine indirgeyen “boşluklar”ın ortasında, sürekliliği ve hikayeyi arzulayan bir felaket tellalı.
Kimsenin öykü kurmaya, dokunmaya ve bakmaya gönül indirmediği, yoğunlaşmış arsızlıklar evreninde, içine kapatılmaya çalışılan fanusu özgürlük alanı ilan eden, bütünlüğü arayan ve karar veren bir gölge.
Tatyana, sanat ve hayatın parçalanmışlığı içinde yokluğuna inandırıldığımız anlamın, huzursuzluk yaratan fısıltısı-cılız soluk alışı gibidir. Geçmişten bir tortu taşıyor özelleşen ve mülkleşen hayatımıza; işgalci ve alaycı.

Toplumsal olana dair kaygı yitirildiğinde, birey nereye sığdırır sanatını ve yaşamını? Yankı tümüyle yitirildiğinde kurtuluşun tek bir ana sığdırılması, yaşamın taşkın arzusuna set çekebilir mi?
Kavgayı özleyen ve kavganın izini sürenin, pazar ekonomisinde gerçek bir çarpışmaya, yüzleşmeye davet eden duruşunda yanılsama nerede? Kim yanılsama içinde ve kim gerçek? Biriken’in işaret ettiği yöne baktığımda aklımdan geçen sorular bunlar oldu. Yanıt bir tek cümleye sığmıyor doğal olarak.

Biriken’in başarmaya soyunduğu iş gerçekten zor ama tam da ihtiyaç duyduğumuz türden bir soru. Postmodernizmin kavramsal modası geçmişliği içinde algıyı işgal halleri sürerken, postmoderni kendi kavramlarıyla vurmak gibi bir işe soyunmuş adeta. Kitsch ‘in kör tutkusunun toplumsalı tokatladığı anları gören bir göz. Ancak kitsch’in şefkatsiz aczine yukarıdan bakmayan bir tavır seziliyor. Plastiğin işlevselliği içine örülmüş sahtelik, plastiğin suçu değil, plastikleşen bir dünyaya arkasını dönende çünkü. Tatyana sırtını dönmeyi reddettiği ölçüde yalnız ve aynı ölçüde keskin bir yargı iletiyor bizlere.

 “Aşkın ve adaletin olmadığı bir an” a kapatılan Tatyana, kopuşu, sahip çıktığı süreklilik içinde bir “ceza” ya dönüştürüyor. Kilisenin kurumsal gevezeliği içinde giderek artan ve kitschleşen süsleri, evlenmenin, mutlulukla ilişkisi olmayan, mülkleştirici bir acilci karar anı olarak inşa ettiği hücreler, yazarlığın yazmaktan en uzak kaldığı boşunalık hali, temsilin mümkünsüzlüğü ve de varoluşsal sırıtkanlığı içinde araçsallaşan akıl, tüm bu işlevsiz kalakalmışlıklarla hesaplaşma çabasında Biriken’in Tatyana’sı.
Düğün partisinin coşkusuz ve ilişkisiz, iliştirilmişliği, havuz partisinde, “boşluk”larının ağırlığı altında ezilen gölge insanların soluksuzluğuna bağlanıyor finalde. Plastik pet şişeden dökülen suyun sahiciliğinde bir plastik havuzun ima ettiği kitsch yaşamlarda gerçeklik duygusuna sahip olamamanın utancı yok mu biraz da?
Tatyana, gülerek tokatladığı her bir yaşamı kendine döndürebilse de gidilecek bir yol olmadığını da kendi ölümüyle fısıldıyor. Bir ölüm, seçilmiş ve duyurulan-gösterilen bir ölüm ise, bunda bir ders yok mu? Ve bu dersin tek kişilik olmadığı da açık değil mi?
İlişkilerde ve somut mekanda dahi yerinde duramayan, sürekli gezinen, AVM gezgini ve düşten yoksun gölgeler, sürekli bir “parti” kalabalığının ayak üstülüğüne kapanmışlardır. Her şeyin ayak üstü, her konuşmanın sayıklama olarak kurgulandığı sahneler aynı zamanda “moda”laştırılan kent ve sanat yaşamının büyük-görsel ve içeriksiz podyumu olarak düşünülmüş. Yerinde duramayan rahatsız gölgelerin kendilerinde kalamama halleri sürekli bir dışarıyı arzulamalarındaki, yine, sürekli bir “görünme-gösterme-duyurma” iştahlarındaki ölçüsüzlüğü açığa vuruyor oyun boyunca.
Gerçekliği kurmak için ödev olsun Tatyana’nın ölüm sözü. Yankılamıyorsak, yeniden ve birlikte üretmiyorsak, gerçek bir sözümüz yoksa, anlama dair bir kaygı duyamıyorsak eğer, direnmenin ruhu kovalasın bizi. Kral Hamlet gibi girsin gecemize, kabusumuz olsun yitenlerin adalet arzusu.

Tüm ekibe teşekkürler…